Kadın-Erkek ilişkisine kültürel bir bakış


Her toplumun evlilik dinamikleri farklıdır. 80'li ve 90'lı yıllarda erkeğin ailesine ev işlerinde yardımı olması garip karşılanıyordu. Hiç unutmam mahalleye taşınan yeni evli bir çift vardı. Kocası polisti. Evleri 3.kattaydı. Bir pazar günü adam camı silmişti. Bütün mahalle günlerce onu konuşmuştu. Ben bile çocuk aklımla kadında bir tuhaflık var diye düşünmüştüm. Evin kocası nasıl cam silerdi? Kadın hasta olmalıydı ya da erkek çok kıskanç, öyle karısını cama çıkartacak değildi ya, ya başka erkekler görürse! Erkeğin sert davranışının prim yaptığı o günlerde nispeten ailesine düşkün olanlar da vardı. Ancak, erkeğin ev işlerine yardım etmesi, eşine kulak vermesi zaafiyet olarak görülüp, diğer erkekler tarafından alay konusu ediliyordu. Hatta onlara "Kılıbık" deniliyordu, olayı abartıp "Kılıbıklık diploması" bile düzenliyorlardı. Kadınlar memnun değildi, mutsuzdu. Evde yemek yapıp, çalışıp, çocuk doğurup onları büyütmek kocanın ve akrabalarının arasında silik bir hayat yaşamak. Hayalini kurduğu yaşam bu değildi, içi boşaltılmış kader kavramına sığınıp, ne yapalım kaderim buymuş deyip sineye çekiyordu. Ayrıca inandıkları dine ustaca sokuşturulmuş "koca kadınını dövebilir, kadın kocasına hizmet etmelidir, koca kadın üzerinde hüküm sahibidir, kadın kocasını boşayamaz" gibi sözde hoca efendilerin uydurduğu kadını kontrol etmek amaçlı türlü türlü baskıcı kalıplar da onlara yardımcı olmaktan uzaktı. Anadolu kadını asildir, kendi mutsuz olduğu hayatı çocukları yaşamasın diye içten içe kızlarını bağımsız yetiştirdi, kendileri gibi ezilmesin, erkeğe muhtaç olmasın diye. Bu nesilde erkek bariz bir şekilde kadından üstün olarak konumlandırıldı. Ancak erkek de kadın da mutlu muydu tartışılır.



Bu neslin yetiştirdiği yeni nesil meyvesini vermeye başladı. Daha eşitlikçi bir evlilik servis edilmeye başladı. Erkeğin ev işlerine yardımcı olması yaygınlaşmasa bile daha anlayışla karşılanıyor, teşvik ediliyordu. Kadın kendi evinde gelin statüsünden çıkıp, kocasına eş olma statüsünde oldukça yol katetmişti. Ancak ne karşılığında? Ev işlerinin büyük bir kısmı yine onun omuzlarındaydı. Çocuğun bakımı, eğitimi, yemek, temizlik standart olarak onun sorumluluğunda olup bir de şimdi çalışma hayatına katılıp eve maddi olarak destek olması bekleniyordu. Ev işlerine yardım eden erkek, örnek koca olarak gösterilirken, kadın için bu işler yine mecburiyetti. Çatışmaların olmaması mümkün değildi. Yine de erkeğin ağır kusuru yoksa şiddet, aldatma gibi kadın kaderim deyip sinesine çekti. Annesinin süremediği bir hayatı vardı, şükretti. Ailesini maddi manevi sırtında taşıdı. Mutlu değildi ama çok mutsuz da değildi. Sahi mutlu evliliğin sırrı neydi? Bu nesilde tavizler sonunda kadın-erkek nispeten eşitlik dengesine çekildi. Erkek de kadın da biraz mutlu biraz umursamaz oldular. İdeal olan evlilik çizgisinden uzak, benim dediğim olsun diye ego çatışmasıyla geçen bir ömür sonrasında ise alışkanlıklar.

Her toplumun atalarından gelen bilinçaltında taşıdığı davranış kalıpları var, nasıl ki yaşlandığımızda anne ve babalarımıza döneriz, uzak geçmiş olmalarına rağmen atalarımızında davranışları, genlerimize işlemiş ve bugünkü davranışlarımızı farkında olmadan etkiliyor. Abdülkadir İnan'ın Makalaler ve İncelemeler kitabında ele aldığı üzere, bizim genlerimizde erkeğe evleneceği kızın ailesine hizmet etmesi, kıza kendini beğendirmesi ve iyi bir güvey (çoban) olacağı, ailesini koruyup kollayacağı aktarılmış olmalı. Kadın olarak bizlerde erkeklerimizden farkında olsak da olmasak da aslında kadınına hizmet etmesini belki de adamasını talep ediyoruz. Çünkü biz de kadın olarak atalarımızdan bunu miras almışız, doğru diye bunu kabul etmişiz. Erkek kadınına kendini ispat etmeli, hizmet etmeli ve hak etmeli. Bu kadar aşamayı geçen erkeğin karısına ziynet gibi muamele etmesine şaşırmamalı. Günümüzdeyse erkek bilinçaltında hizmet etme içgüdüsü ile kendinden değerli kadını ararken, kolayca ulaştığı, uğruna emek vermediği kadına değer vermekte zorlanabiliyor, çünkü kadın da kendi çizgisine çekilip, kendisine hizmet edilecek değeri kendine vermeli, erkeğin gözünde kendini değerli kılmalı, eğitimiyle, görgüsüyle, ahlakıyla. Erkek elini uzattığında kadına erişirse, erkek kendisine miras kalan hizmet etme/uğruna çaba gösterme ihtiyacını karşılayamadığı için mutsuz olacak farkında olmadan. Kadında kendisine değer vermeyen bu erkekle mutsuz olacak. Mutlu çiftleri incelerseniz, erkeğin karısını, çocuklarını el üstünde tuttuğu, eğitimleriyle, giyimleriyle, yiyip içmeleriyle ilgilendiği ve ailesine yumuşak davrandığını, yani hizmet ettiğini görebilirsiniz. Erkek eskiden senelerce güvey olarak eşine hizmet etmiş olduğu için genlerine kazınan hizmet etme ihtiyacını kabul ediyor ve bu davranış onu mutlu ediyor. Bildiği şablonda mutlu oluyor. Kadın da kendisini kraliçe gibi hissettiren eşiyle mutlu oluyor ve diğer kadınlar kendisinden gıptayla bahsediyor. Çağımızda bile erkeğin baskın olduğu evliliklerde kadın mutlu olsa dahi şanslı gözüyle bakılmaz.
Abdülkadir İnan'ın Makalaler ve İncelemeler kitabında Güvey bölümünden alıntı.

"Güvey:
"Mukayeseli etnologya tetkikleri pek açık gösteriyor ki, eski kavimlerde exogamie yasasına dayanan ve barış yoluyla kurulan aile müessesinin tekamül yolunda geçtiği bir merhalede, güvey alacağı kızın ailesine bir müddet hizmet etmekle mükellef olmuştur. Göçebe kavimlerinde istihsal tarzının en mühimi çobanlık olduğuna göre, güveyden istenilen hizmetin hayvan sürülerini gütme, yani çoban olma olacağı tabiidir. Eski İsrailoğullarında bu adetin bulunduğunu Ahd-i Atik'ten öğreniyoruz. Eski Türklerde güveye hizmet ettirme adetinin bulunduğuna dair tarih kaynaklarında sarih bir kayda rastlamadık; Türklerle komşu olan Orta-Asya kavimlerinde ise bu adetin yaygın olduğu, Çin vak'a-nüvislerinin kayıtlarından anlaşılmaktadır. Dung-hu yahut Vu-huan adını taşıyan bir kavmin adetine göre, güvey bir müddet kayınbabasının hizmetinde bulunurdu. Proto-Moğol oldukları tahmin edilen Şıveğ kavminin adetine göre, erkekler alacakları kızın ailesine üç yıl hizmet ederlerdi. Fusan kavminin evlenme yasasına göre, erkek kızın evine girer, kapı arkasına bir kulübe yapar, avluyu temizler, hizmet ederdi. Bir yıl sonra kıza kendisini beğendirebilirse evlenir, beğendiremezse kovarlardı. Çin kaynaklarının kayıtlarından anlaşılıyor ki, eski Orta-Asya kavimlerinde güvey, alacağı kızın ailesine bir müddet hizmet etmeğe mecburdu. Türk ve Moğollarda bu eski adetin ancak izlerine rastlanmaktadır. M. Xangalov tarafından tesbit edilen bir Buryat efsanesine göre, "Eski zamanda güvey kızın evine giderdi, sonra kızın güveyin evine gelmesi adet oldu. XII. asır Moğollarında güveyi nişanlısının evine bırakmak adetti.

Moğolların gizli tarihi'nin verdiği malumata göre, Dayseçen kızını Temüçin'e nişanlarken Yesügey Bahadır'a:

"Ben sana kızımı veriyorum. Giderken oğlunu damat olarak bırak" dedi. Yesügey Bahadır oğlunu damat olarak bıraktı.

XIV. asır Moğollarında güveye "uşak" gibi bakmak geleneğinin unutulmadığı büyük hakanın elçisi Akbuka ile Calayır'lı emir Hüseyin Küregen arasında geçen bir tartışmadan anlaşılmaktadır. 715 yılı cemaziyelahır ortalarında (eylül 1315) Akbuka Kıyat büyük elçi olarak Tebriz'e geldi. Emir Hüseyin Küregen, Arran'dan Tebriz'e döndü. Akbuka şerefine verdiği ziyafette Hüseyin Küregen oturduğu yerden Akbuka'ya kase sunmak istedi.

Akbuka kızdı:

"Sen unagan bogo'sun (vassal) ve kölesin. Nasıl olur da oturduğun yerden (ayağa kalkmadan) sunduğun kaseyi kabul ederim. Diğer taraftan sen kadim nizamı (yasayı) ve töreyi unutmuşsun. Yasaya göre, kürgen (damat) kabilenin (yani kayınbabasının mensup olduğu kabilenin) hizmetinde uşak gibi olmak gerektir" diyerek bağırıp çağırdı. 

Hüseyin Küregen şu cevabı verdi: 

"Emir (Akbuka) hal-i hazırda elçi olarak gelmiştir, Çengiz kabilesinin yasasını tatbike değil" u. Bu vak'adan anlaşılıyor ki, bir kabileden kız alan o kabilenin bütün azalarına "damat" sayılırdı. Hüseyin Küregen'in evlendiği kızın Akbuka'ya olan yakınlığı Kıyat kabilesine mensup olmasından ibaretti. Exogamie yasasına son zamanlara kadar riayet eden Kazak ve Başkurt boylarında da bir aileye güvey olan kimse bütün kabileye güvey sayılırdı. Güveyi kayınbabasının evinde bir yıl alıkoymak adetinin XIII. asırda Harezm Türklerinde de bulunduğunu Cüveyni'nin bir kaydından öğreniyoruz. Bu kayda göre, Semerkant ham Osman Karahan Harezmşah Muhammedin kıziyle Ürgenç'te evlenmişti. Düğün çok uzun sürdü. Nihayet Osman memleketine dönmek istedi. Fakat Terken Hatun "Türk resmine göre güveyin, izaz ve ikram edilmek üzere, kayınbabasının evinde bir yıl kalması gerektir" diyerek gitmesine müsaade etmedi.

Gerek melike Terken Hatun'un bahsettiği "Türk resmi", gerek Day-seçen'in Temüçin'i "güvey olarak" evinde alıkoyması, eski zamanlarda çok yaygın olan güveyi bir müddet çalıştırma adetinin az çok ilerlemiş topluluklarda muhafaza edilmiş şekillerinden başka bir şey değildir. Daha az gelişmiş topluluklarda ise güveye hizmet ettirmek adeti büsbütün ortadan kalkmış değildir. Altay Türklerinden Televüt, Telengit ve Şorlarda bu adet son zamanlara kadar müşahede edilmiştir. ... 
...
Hülasa: 
güvey (küdegü) kelimesinin iştikakını araştırırken biz bu kelimenin en eski manasının ne olabileceğini düşünerek güveyle alakalı olan folklor maddelerini, adet ve töreleri, kelimenin küs-kökünü tetkik ettik. Netice olarak, küdegü kelimesinin en eski manasının 'çoban' demek olacağım bir faraziye olarak ileri sürebiliriz. Abdülkadir İnan MAKALELER VE İNCELEMELER




Benzer olarak erkeğin, kızın ailesine hizmet etme görevi ile ilgili olarak Kuran'da Kasas süresinde Hz Musa'nın evliliğinin anlatıldığı bölümde rastlıyoruz. Hz Musa çalışan olarak evde işe başlasa ücret alacaktı normal bir işçi-işveren ilişkisi gibi. Ancak evin kızı ile evlenmesi minimum 8 yıl hizmet anlaşmasıyla mümkün oldu. Burada Türk-Moğol adetleriyle benzerlik gösteriyor. Ancak kızın ailesine hizmet ettikten sonra hayatına istediği şekilde yön verebildi.

"Musa korku içinde, ortalığı gözetleye gözetleye şehri terk etti. “Rabbim! Beni bu zalimler topluluğunun elinden kurtar” dedi. Medyen’e doğru yönelince de şöyle dedi: “Umarım ki Rabbim beni doğru yola yöneltir.
Medyen suyunun başına varınca bir takım insanlar gördü, hayvanlarını suluyorlardı. Arkalarında iki kadın vardı; onlar da sürülerini engelliyordu. Musa onlara; “Ne yapmak istiyorsunuz?” deyince; “Çobanlar çekilmeden hayvanlarımızı sulamayız. Babamız çok yaşlı” dediler. Musa hemen onların hayvanlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi de dedi ki; “Rabbim! Bana vereceğin her hayra ihtiyacım var”. Derken o iki kadından biri utana sıkıla yürüyerek geldi ve dedi ki; “Babam seni çağırıyor, hayvanlarımızı sulamandan dolayı seni ödüllendirecek” Musa babalarının yanına varıp da başından geçenleri anlatınca adam dedi ki; “Korkma! O zalimler topluluğundan kurtulmuşsun.” İki kadından biri dedi ki, “Babacığım onu ücretle tutsana! Güçlü ve güvenilir olan bu kişi, senin ücretle tutacağın en iyi kişidir.” Babaları dedi ki; “Bu iki kızımdan birini sana nikahlamak isterim; karşılığında bana sekiz yıl çalışırsın. Eğer on yıla tamamlarsan iyiliğin olur. Sana güçlük çıkarmak istemem. Allah fırsat verirse benim iyi bir kimse olduğumu görürsün.” Musa dedi ki; “Bu, aramızda kalsın; iki süreden hangisini doldurursam doldurayım, benden bir şey istenmeyecek. Sözlerimize vekil olan Allah’tır. Musa süreyi doldurunca ailesiyle yola çıktı..." (Kasas 28/21-29)


Hz. Muhammed'in hayatında eşinin ailesine hizmetle ilgili bir bölüm yok, ancak peygamberimiz aile hayatında oldukça yumuşak, kendi işini kendi gören, sorumluluklarını bilen ve sevgi dolu bir tablo çiziyor.

"Bir kişi, Hz.Aişe'ye: Hz.Peygamber (s.a.v) evde ne yapardı?" diye sordu. Hz.Aişe: "Ev işleriyle meşgul olurdu. Elbiseleri kendi yamalar, evi kendi eliyle süpürürdü. Eliyle süt sağar, çarşıdan ev eşyasını satın alır gelirdi. Ayakkabısı sökülürse bizzat kendisi kendi eliyle onarırdı. Su kovasının ipini bağlardı. Deveyi kendi eliyle bağlar, ona yem verirdi. Köle ile birlikte un öğütürdü. (s.a.v)" diye cevap verdi. (Buhari)"

Kuran-ı Kerim'de erkeğe evleneceği kadına mehir vermesi, ailesini geçindirme sorumluluğu ve çocukların sorumluluğu yüklenmiş. Yükün ağır bölümü erkeğe bırakılmışken kızın ailesine hizmetle ilgili bir uygulamadan bahsedilmemiş. Tarafsız bir gözle bakıldığında daha çok kadın erkek güçleri -uygulamada çoğunlukla kadın aleyhine dönse bile- aslında dengeli bir şekilde belirlenmiş. Erkeğin kızın ailesine hizmet için senelerini vermesi bir anlamda insanın özgür iradesine set vurmak olarak değerlendirilebilir.

Başka toplumlarda başka anlayışlar olgunlaşmıştır, ancak çoğunluğu kadının aleyhine olmuştur, kadın birey olarak görülmemiştir. Bazen bir mal gibi alınıp satılmıştır. "Kadın elden ele, orta malı olarak gezmeli (Eflatun)"; "Kadın, yaradılışta yarı kalmış bir erkek (Aristo)" deyişleri bile kadına olan yaklaşımı göstermektedir. Ancak diğer toplumlardan ziyade biz bu topraklarda yaşadığımız için genlerimizde atalarımızdan bize miras kalan evlilik anlayışının izlerini tarayıp günümüze hizmet etmeyen kalıpları çıkartmak ve Kuran'da tarif edilen evlilik yaklaşımını benimsemek sağlıklı ve mutlu huzur dolu bir evlilik için güzel bir adım olabilir. Düşününce bu topraklarda yaşanan, öncelikle bir önceki nesilde baskın olan, çoğu ailenin dağılmasına ve büyük zararlar görmesine sebep olan kaynana-gelin çatışmasının altında belkide, eski zamanlarda oğullarının gelinin ailesine hizmet ederken kendisinden uzaklaştırıldığını/alıkonulduğunu düşünen kayınvalidelerin bilinçaltında istemsizce gelini, oğlunu elinden alan ve kendisinden uzaklaştıran insan olarak zıt bellemesinin sebebi bile olabilir. Gelinin ailesine hizmet etme uygulamasının devamı kabul görmediğine göre kendi içinde dezavantajları olduğu aşikar, çünkü bariz bir şekilde güç dengesinin kadının lehine baskın olduğunu görebiliyoruz.


Evlilik konusunda toplum kültürü açısından yaklaştıktan sonra bir de Rabbimizin perspektifinden bakalım. İnsanların içinde yaşadıkları toplumun gereğince geliştirdikleri alışkanlıkları bu dünyada bulunma amacımızla paralel olmalı. Eş, çocuk, mal dahil olmak üzere hiç bir güzellik nihai varış gününde bizi yolda bırakacak şekilde enerjimizi tüketmemeli. En nihayetinde hangimiz daha güzel iş yapacak diye yıpratıcı bir imtihandan geçmek üzere bu dünyada kısa bir süreliğine bulunuyoruz. İmtihan sorusu da "kim bu dünyada ruh eşini bulup mutlu olacak" değildir. Evliliğinde mutsuz olup bütün hayatını ve enerjisini bir insan uğruna tüketen nice çiftler var. Ancak evinde/evliliğinde mutlu olan insan, toplumda da mutludur, üretkendir, güleryüzlüdür ve enerjisini doğru alanlara yönlendirebilir. Evimizde mutlu olmak bizim elimizde olmalıdır ve Kuran bu konuda kılavuzumuz olmalıdır. İlişkilerimizi atalarımızdan miras aldığımız kalıplara değil, Kuran çizgisine çekmeliyiz.

"Sizi topraktan yaratmış olması Allah’ın ayetlerindendir. Sonra bir de bakarsınız ki siz bir insansınız, dolaşıyorsunuz.Yanlarında rahatlayasınız huzur bulasınız diye size, kendi türünüzden eşler yaratması da Allah’ın ayetlerindendir. Aranıza sevgi ve merhamet de koymuştur. Bunda, düşünen bir topluluk için ayetler vardır." (Rum- 20-21)


Ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Bunlar; hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. O güçlüdür, bağışlayıcıdır.  (Mülk;2)


Kadınlar, çocuklar, yığınla altın ve gümüş, cins atlar, en’am[ve ürünler insana, içi gidecek kadar süslü gösterilmiştir. Bunlar, dünya hayatının menfaatleridir. Kalıcı güzellikler, Allah katındadır (Ali İmran 14)

Yaradan sevdiklerimizle birlikte hepimize iki cihan saadeti nasip etsin. Amin.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kendi İşimi kuruyorum

Hayatta bir numara nasıl olursunuz?

Parayla aranız nasıl?